DÜŞÜN ARTIK YAKAMIZDAN!

Son şeker fabrikaları da satışa çıkarıldı. “Milli”lik lafını ağızlarından düşürmeyenlere karşı resmen bir mücadele veriyoruz. Bu mücadele 16 yıldır daha da kuvvetlendi. “Ülkenin yerli kaynaklarını, ‘bile bile satıp’ Türkiye’yi dışa muhtaç hale getiriyorlar” diye bulunduğumuz her yerde kapı kapı anlatıyoruz. Bildiklerini bilmeyenlere karşı çekinmeden söyleyen, bunu her halinde ifade etmeye hazır olduğunu şeklen ve fikren belli eden kişiler her zaman doğruların tek adresleridir. Ülkemizin her köşesinde bu insanlara olan ihtiyaç, her geçen günlerde özlemle, hasretle aranır oldu. Bazen düşünüyoruz, “Neden böyle?” diye. Aslında cevabı çok basit. İnsanların bir kısmı doğruları söylemek için çırpınıp dururken, çoğunluk kısmı ise, dünyevi saltanatını, günlük yaşamanı, lüks yaşam hevesini, menfaatlerini dünyalık gücün elinden, “ne koparıp alırsam rahat ederim” düşüncesine sahiptirler. Açık ve net manasıyla söylemek gerekirse her devrin akış yönüne göre, akıl tutulması yaşayan ve aklı selim yapısını ikame ettiren, bu inceliği şuur yapısından düşürmemeye özen gösteren iki sınıf türle maalesef ki karşı karşıyayız. Dünyanın hızına yetişilemezken, zaman sular gibi seri, seri akıp giderken geldiğimiz çağın en büyük hastalığı ruhlara, bedenlere, akıl ve iradelere işlenmiş madde bağımlılığıdır. Televizyon dünyasındaki rezaletler, reklam panoları ve sokaklardaki rezaletler, yasal boşluklar, kötü yönetim, insanları bu düzene alıştıran sisteme bağımlı hale getirmek bunun başlıca sebeplerinden sadece bir kaçı olduğunu sıralamak mümkündür. Buradaki madde bağlılığından kastım da şudur; Eşya, para, mal, mülk edinme, şan ve şöhret elde edinme, yanlışı görmezden gelme, kolay yoldan ‘yolunu bulma’ şeklinde ifade etmek isterim. Uyuşturucu bağımlıları için kullanılan “Madde Bağımlısı” terimi aslında saydıklarım için de geçerliliğini bu çatı altına almaktadır. Özellikle ülkemizde doğru, dürüst ve düzgün şeyleri savunmak, tüm bunları savunanları savunmak bir suç algısı oluşturmakta, suçlu propagandasına dönüştürülmektedir. Canlı ya da cansız tüm varlıkların yaratıcısı, şüphesiz ki, kainatı yoktan var eden Cenab-ı Allah, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bunu açıkça ifade ederek bizlere yaşamın ve hayatın her alanında dosdoğru olmamızı, ölçülü hareket etmemizi, hak ve hukuk ölçülerinde adalet terazisinden ayrılmamızı şiddetle tavsiye etmekte ve öğütlemektedir. Hatta bir çok ayette kişinin namaz ve orucunun bir başkasını aldatmamasını, karar verici olurken bu ibadetlerin insani ve vicdani yönü için yeterli olmayacağını, ameli ibadetin kişinin kendine ait olan bir ibadet olduğunu, dürüst bir yaşamın ise, evrensel yani tüm insanlığa karşı vurgulamaktadır. Yaşamın her alanındaki genel davranışların itikadi bir ibadet olduğunu ifade ederek ameli ibadetin kişisel, itikadi ibadetin ise evrensel olduğuna işaret etmektedir. Bu da ancak güçlü olandan yana saf tutmak değil, doğru olandan yana taraf olmakla mümkün olabilir. İtikad ince ayrıntıların irdelendiği bir mekanizmadır. İnce hususlara dikkat edilemediği için de makam hırsında olanlar, şeklen torpilli (!) müslüman olduğunu sananlar, kendisinden olmayana potansiyel hükümlü, suçlu muamalesi yapmaktadır. Genelde ve yerelde devlet olanaklarını kullanarak, siyasi gücün yanında gözükerek yanlışlara göz yumanlar yanlışları ifade eden muhalif kesimlere her kötülüğü mübah saymaktadır. Tarihin kara sayfalarında insanlara ibret olan kötü yönetimlerden ders almayanlar Allah’ın huzurunda bunun hesabını vereceklerini de asla ama asla unutmasınlar. Son olarak satırlarımı adaletin her alandaki adı olan Hz. Ömer’in (r.a) hafızalara kazımamız gereken şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Dağda bir koyunun ayağına diken batsa bundan ben sorumluyum”

ALİ OSMAN ÖNDER


03.04.2018 14:53:27