RUH KAYBOLURSA?

İnsanoğlu bedeni varlığı kadar, kişiliği ile insandır. Eğer ki kendini meziyetli hale getirmemişse sıradan biri olarak ömür denen süreyi toplum içinde gözlerden uzak bir şekilde tamamlayıp ebedi hayata göç eder. Gidenlerin arkasından hepimize sorulan soru aynıdır: “hal-i hayatında nasıl bilirdiniz? Bu soruya verilecek cevap kişinin bedeni halini değil, kişiliğini yansıtır. Genelde  ya inancımız gereği Yunus Emre’nin dile getirdiği “yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” düsturu ile “iyi biliriz” diye cevap veririz ya da susmayı tercih ederiz. Oysaki ömür denen süreyi iyi işlerle, etrafına yararlı olarak dolduranların ardından sesler hep gür çıkar, “iyi biliriz” diye. Bu gür cevap o kişinin bedeni olarak iyi olduğuna değil, kişilik olarak iyi olduğuna dair yükselen bir nidadır. Yunan-Pers savaşları sonunda esir edilen Pers (İran) askerlerinin Atina meydanında satılığa çıkarılması üzerine, esirlerin üzerindeki göz kamaştırıcı elbiselerin bir çırpıda satılmasına karşılık, esirlere alıcı çıkmaması üzerine, orada bulunan Diyojen düşünceli düşünceli : “İnsan ne garip mahluk! Arızi (sonradan oluşan) meziyetler üzerinden sökülüp atılınca kendisi on para etmiyor” demesi işte bu yüzdendir. Gerçektende iş vereceğimiz, aş vereceğimiz ya da eş vereceğimiz insanı seçme ya da beğenme derdimiz hep bu yönüyle değil midir? İş vereceğimizi işi usulünce yapıp yapamayacağına,  eş vereceğimizi de eşine iyi davranıp davranmayacağına göre değerlendiririz. Bazen de görünüşe aldanıp Diyojen’in dediği gibi üzerindekilere bakıp değerlendirdiklerimiz bizi mutlaka yanıltmışlardır. Toplumun en temel taşı aile olduğuna göre insan ilk meziyetlerini aileden alır. Bu yüzden aile içi bağlarımızı hep sağlam tutmak zorundayız. Geçmişte bu meziyetler dedelerin ya da ninelerin torunlarına anlattığı masallarda iyilerin hep kötülere galip gelişiyle, yoksula düşküne uzanan yardım eliyle işlenirdi beyinlere. Akşam kurulan aile meclislerinde günlük olaylar aile büyüklerince değerlendirilirken küçükler bu tür olaylar karşısında nasıl davranmaları gerektiği konusunda fikir edinirlerdi. Oysa günümüzde aileler artık nerdeyse sadece yemekte bir araya gelmeye başladı. Yemek sonrası çocuklar kendi odalarında ya TV ya da bilgisayar başında vakit geçirirken, anne babalarda dizileriyle baş başa kalıyorlar. Ne iyiyi kötüyü ayırt etmeleri için masal dinleyebiliyor çocuklar ne de olayları yorumlayacak bir değerlendirmeyle karşılaşıyorlar. Dijital çağ çocukları oldular artık her meziyeti ya TV den ya internetten öğreniyor çocuklarımız. İşte bu yüzdendir ki geçmiş kuşaklar arasında pek de görülmeyen kuşak çatışması denen kopukluk günümüz toplumlarında artık fazlasıyla görünmektedir. Öyle ki dizinde oturtup masal anlatamadığı torununun giyiminden, davranışlarından utanır duruma gelmiş ninemden torunu da aynı nedenlerle uzaklaşır duruma gelmiş. Ne zamanki ninelerimiz “bizim zamanımızda..” diye bir söze başlayacak olsa torunundan alacağı cevap “devir değişti be moruk…” olur hale gelmişiz. Eskiden de muhakkak değişen devirler vardı, ama sadece devirler değişirdi. Ne dede ile torun arasında fark oluşurdu ne de yetişen gençler kendi dünyalarını farklı esaslar üzerine kurardı. Eğer böyle olmasaydı daha çok bizim toplumumuza has bir yapı olan “geniş aile” yapısını geçmişimizde göremezdik. Devirlerin değil de kişiliklerin meziyetlerin değişmesiyle birlikte önce geniş aileden çekirdek aileye döndük ya da döndürüldük daha sonra da o çekirdeğin de yapısında yapılan müdahalelerle çekirdek aileden kopuk aileye nihayetinde de “parçalanmış aileye” ulaşmak üzereyiz. Ne yazık ki bu gidişatın en büyük sorumlusu aile bağlarımızı koruyamamamız ve kurmakta zorlandığımız aile meclislerimizin kaybolmaya yüz tutmasıdır. TV dizilerinden fedakarlık edemeyip çocuklarımızın geleceğinden çok dizilerin gelecek bölümünü merak eder hale geldikse bu gidişe “dur” deme vakti çoktan gelmiştir. Yazımı bizim dışımızda ama bizimle ilgili yapılan gerçekçi bir tespitle bitirmek istiyorum. Haçlı seferlerinin başarısızlıkla neticelenmesinden sonra batı sömürgeciliğinin İslam ülkelerine yerleştirmenin başka yollarını arayan kilisenin, geliştirdikleri Oryantalizm metotlarıyla yıllarca sabırla çalışarak İslam alemini ne hale getirdiklerini, yine bir batılı olan Louis Massignon’un şu sözleri herhalde her şeyi çok açık ifade ediyor: “Onların her şeyini berbat ettik felsefelerini, dinlerini berbat ettik. Şahsiyetlerinde büyük bir boşluk meydana getirdik. Artık anarşiye ve intihara hazır haldedirler. Ruhlarını kaybettiler”
08.06.2017 18:31:10