Haberler Haber Girişi : 02 Haziran 2017 11:44

BÜYÜK FETİH!

BÜYÜK FETİH!
Ünlü yazar Lamartine, “dünyaya son kez bakacaksın deseler, bu bakışı İstanbul’un Çamlıca’sından isterdim” der.  Ünlü yazarın sözünü ettiği doğal güzelliği kadar jeopolitik ve stratejik öneme de sahip olan bu büyülü şehir, İslam’ın bayraktarlığını üstlenmiş atalarımız için ayrı bir anlam daha ifade ediyordu. O da yüce Peygamberimizin müjdesine nail olmak. Müslümanlar için bu müjdeye nail olmak, bir anlamda Peygamberlerinin gösterdiği hedefe ulaşmak, bu gururu ruhunda hissetmek,  bedeninde taşıdığı candan daha fazla anlam ifade ediyordu. Bu gururu yaşamak isteyen binlerce can 1453’ün 29 Mayısına kadar İstanbul için defalarca feda edilmişti. Osmanlılar tarafından çevresi sarılmış, hayatının son dönemlerini yaşayan Bizans Devleti bu haliyle bile Osmanlı için haçlı dünyası tarafından düzenlenen her türlü girişimin, her türlü saldırının üssü olmaya devam ediyordu. Atalarının birkaç kez gerçekleştirdikleri kuşatmaları fetih için “atalarından işaret” sayan delikanlı çağında ki II. Mehmet, “ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” kararlılığıyla öyle bir yürüyüşe geçti ki “millet yürüdü ardından.”  “Kendini küçük görmeden, hor görmeden, zamanenin fendine, kabaran suların bendini nasıl yıktığını yüzüne çarpmak”  için yürüdü. Bu yürüyüş;  yardan, anadan, serden geçenlerin, taşıdıkları değerin bilinciyle gelecek kuşaklara ezberden okuyacakları bir destan bırakma yürüyüşü idi. Bu yürüyüş,  “Bozuk saatlerin yalan yanlış işlediği, çelebilerin haremlerde kışladığı” bir dönemde başlayan fetih hazırlıklarının uygulamaya konulma yürüyüşü idi. Nisan ayında başlayan kuşatma da dökümünü bizzat genç Fatih’in yaptırdığı şahi denilen toplarla “surlarda mukaddes bir gedik”  açma mücadelesi verilmişti. İradesini ilmiyle şekillendiren genç hükümdar, tarihin bile şaştığı planla bir gece de donanmayı karadan yürütüp Haliç’e indirerek savaşın psikolojik yönünü de kullanmayı bilmiştir. Ağzını kalın zincirlerle kapattıkları Haliç’te Türk donanmasını gören Bizans askerleri moral olarak çökmüş, korkuya kapılmışlardı. Korkuya kapılan halk değil askerdi, Bizans yöneticileriydi. Çünkü zulüm altında inleyen halk İstanbul’da “kardinal külahı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ediyordu.”  Yani Osmanlı adaleti ve hoşgörüsüyle aşılmaz denilen İstanbul surlarını çoktan aşmış, gönülleri fethetmişti. Zaman artık şehri fethetme, şehri topraklarına katma zamanıydı. Askerlerinden çok surlara güvenen Bizans imparatoru, Türklerin İstanbul’u fethetmesini sadece bir hayal olarak görüyordu.  Ancak bilmediği bir hususu genç hükümdarın söylediği tokat gibi bir sözle öğreniyordu:  “Bizim ellerimizin ulaştığı yerlere Bizans’ın hayalleri bile ulaşamaz.” Burçlara bayrak olan Ulubatlı Hasan’ların kudreti, 21 yaşındaki genç hükümdarın iradesi ve Akşemseddin gibi hocaların ilimlerinin sonucunda fethedilen İstanbul, bir çağın kapanmasına neden olmuştur. Osmanlı devlet olmaktan çıkıp İmparatorluğa dönüşmüştür. Topraklarının ortasındaki çıbanbaşını ortadan kaldırarak daha güçlü ve daha güvenli bir hale gelmiştir. 1453’den itibaren Türk mührü vurulmaya başlayan İstanbul, büyük Atatürk’ün deyimiyle, “ Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti ve Türk milletinin gözbebeği” olmuştur. Fethin yıldönümlerinde genç nesillere, tarihimizin altın sayfalarından birini okutmaktan öte, fethi gerçekleştiren saç ayaklarının anlam ve önemini daha iyi kavratmak lazım. Çünkü İstanbul sadece genç Mehmet’in hükümdarlığı ile fethedilmemiştir.  Ulubatlı Hasan gibi burçlara bayrak olacak kumaşları ve bayrak için canını verecek kudretleri, Akşemseddin gibi genç beyinlere ilim yükleyecek değerleri ve Fatih gibi ilimle yoğrulmuş, mahiyetindeki kudreti çelik gibi iradesiyle yönlendirecek liderlerin anlam ve önemini kavratmak sanırım daha önemlidir. Yoksa İstanbul gibi nice değerlerimiz uğruna canını feda eden atalarımızın yazdıkları destanları okuyabileceğimiz ne yerimiz ne de dilimiz kalacaktır. Bu yüzden şairin dediği gibi “Fatihin İstanbul’u fethettiği yaşta olup da gündelik telaşlar içinde” kendi benliğinden uzaklaşan gençlerimizi “titretip kendilerine döndürecek”  ilim, kudret ve irade ile donatmak zorundayız.