“Artık bülbül ötmüyor” derken bülbülün birden bire öttüğünü görüyoruz, duyuyoruz ve şahit oluyoruz. Oysa o bülbül ötmezden evvel biz yıllarca hep o bülbülün ötmesi ve öttürülmesini sıkça ifade etmiştik. Başkasının adaletine muhtaç olmak kendinde bulundurduğu adalet mekanizmasını çalıştırmamaktan ileri gelir. O bülbül ki, daha çok öteceğe benziyor. Deniz bitti, kum bitti, sular çekildi. Geriye ise altında kalan pislikler ve çöpler kaldı. O bülbül öterken, bülbülün ötmemesi için elinden geleni yapanlar da bir süre, hatta uzunca bir süre toplumu oyalamayı, çalıp, çırpmayı, haram yemeyi, kul hakkı yemeyi, israf ve lüks düşkünlüğünü meşru hale getirip benimsettiler. Bu ahlâkla yetişenler, bu ahlâk üzere kendine yön verenlerde çalarak basamaklar atlamayı normal gördüler, görmeye de devam ediyorlar. Toplumsal algılarla yönetilenler, kayıtsız, şartsız biat edenler çalmayı sevdiler, aldattılar, aldatıldılar, yanıldılar, yanılttılar, kandırdılar, kandırıldılar ve neticede çalmayı ve çaldırmayı haklı, mazur ve mağduriyet olarak gördüler. Hatta daha da ileri gidip, “Çalıyor ama Çalışıyor” sloganını beyinlere kazıdılar. Hiç kimse, “çalmak haram” diyemedi. Çalmak tatlı geldi. “Onlar çalıyor, biz niye çalmayalım” dediler. “Devletin kasasından bir dirhem aşıranın yerini cehennemdir” diyemediler. “Çalmak” kelimesi isim olarak bile mide bulandırıcı. Bırakın o fiili işlemeyi adından bahsetmek bile benim gibi ince düşünenler için mide bulundıran bir söylemdir. Ülkemizde “çalmak” deyimini, “Çalmak helaldir”e getirdiler. Minareyi çalan hep kılıfını hazırladı. Allah diyerek çalıyorlar. Allah diyerek haram yiyorlar. Allah’ı kullanıyorlar çalıp, çırmalara..
HEP ÇALIYORUZ HAMD OLSUN!...
KUTLU DOĞUM KAFASI TÖVBE ETMELİ!
Veladet gecesi olan mübarek Mevlid Kandili ehli sünnet anlayışında olan tüm İslam dünyasında dün gece madden ve manen ihya edildi. Peygamberimizin dünyaya teşrifleri, dünyayı şereflendirdiği gece olan mevlid kandili her yıl değişik tarihlerde idrak ve ihya edilir. Peygamberimizin doğumunu uydurma bir proje olan, “Kutlu Doğum Haftası” adı altında 16 yıldan beri, her yıl Nisan ayına sabitleyip kutlama yapanların gerçekten İslami ilimlerden uzak olduğunu, cehaleten amel işlediğini anlıyoruz. Gösteriş ve şovla kendi cehaletlerini ortaya koyma yarışına her sene şahit oluyoruz. Oysa peygamberimizin doğumu hiç bir sene sabit değildir. Mübarek günler Miladi takvime göre değil, Hicri takvime göre ayarlanır ve uygulanır. Geçen yıl Aralık ayına denk gelen Rebiülevvel ayı, bu yıl Kasım ayına isabet etmiştir. Peygamberimiz dünyaya teşrif ettiğinde Hicri Rebiülevvel ayının onikinci gecesine, Miladi takvime göre ise, Nisan ayına denk gelmişti. Ancak Rebiülevvel ayı değişik tarihlerde her yıl döner.
Şimdi şunu sormadan edemiyorum;
Her yıl Nisan’da kutlu doğum kutlayanlar bu ayda niye piyasada yoklar? İşte peygamberimizin doğduğu aydayız.
Ah işte akıl, akıl, hep akıl.
Sadece akıl da yetmez, şuur ve bilinç önemli.
Ey riyakarlar! peygamberimizin doğumu bu yıl bu aya denk geldi. Nerdesiniz?
Uydurma projeleri Nisan ayında diye kakalamayın bu millete..
“Kutlu Doğum” adı altında reklam, riya, gösteriş, rant, para, pul her şey var...
Rebiülevvel ayı, Miladi takvime göre hangi aya denk gelirse o ay peygamberimizin doğum ayıdır, o ayın içindeki onikinci gece ise peygamberimizin doğduğu gecedir.
Hem “kutlu doğum” diye basit bir söylemi de kabul etmiyorum. Samimi ve içten değil. Dinlerarası diyalogçu kafanın uydurması olan bu projenin tarihi de, bu projenin uygulayıcısı olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından değiştirildi. Peki bu safsata projeyi her yıl Nisan’da kutlayanlar, bunun için servetler harcayarak siyasi malzeme olarak kullananlar, bizimle her ortamda tartışanlar tövbe edecekler mi? İstiğfar edecekler mi?
Sevgiyle kalınız..