Eşyalarla konuşabilme, kendimi onların yerine koyup dünyaya bir de onların gözünden bakabilme özelliğine sahip bir insanım. Bu yazdıklarım çoğunluğa tuhaf gelebilir ama benim gibi hissedenlerin var olduğundan da eminim.
Eşyaları kişileştirmeyi seviyorum. Mesela gözlüğüm, her
gün uyandığımda ilk yaptığım şey onu burnumun üzerine oturtmak; benimle birlikte uyanıp güneşe göz kırmasında bir sakınca görmüyorum.
Saçıma taktığım tokaya bütün gün kafamdaki düzeni sağlaması için görev yüklemekten çekinmiyorum.
Üzerime giydiğim kıyafetlere bütün gün benimle birlikte şehir turu atması için fırsat tanıyorum. Dolabımda uzun süre beklemiş olan kıyafetlerin bundan sıkılmış olabileceklerini düşünüyorum çünkü :) Ve bu ayrıcalığı her gün farklı bir kıyafete tanımaya özen gösteriyorum; bir annenin çocuklarına verdiği değerin birbirinden üstün olamayacağı gibi davranıyorum onlara..
Yemek yediğim tabağı canhıraş yıkıyor, bir şeyler içtiğim bardağı kırklıyorum; onların da benim kadar temizlenmeye ihtiyacı olduklarını aklımdan çıkarmıyorum.
İçtiğim kahve çok sıcaksa, eğilip onunla göz teması kuruyor ve soruyorum:
“Neyin var, neye kızdın bu kadar?” Çünkü biliyorum ki kızgınlık kimi zaman konuşarak, kimi zaman da konuşmadan anlaşarak halledilebilen bir duygu. Bana cevap vermiyor kahvem, ama ona duyduğum sevgiyi hissedip soğutuyor yüreğini yavaş yavaş; her neye kızmış olsa da..
Güneşin her gün ben uyandığım için doğduğunu varsayıp, selamlıyorum onu sabah uyandığımda. Bu ikimizin arasında kimsenin bilmediği bir teşekkür yöntemi..
Okuduğum kitabın sayfalarında ellerimi gezdirerek yazarın kalem izlerini, kitabın sayfalarını koklayarak kalem erbabının yürek yangınının sönmüş is kokusunu hissediyorum benliğimde. O satırları yazarken kaç damla gözyaşı akıtmış olabileceğini düşünüyorum.
Ve tüm bunları düşünürken kendimi kimseden farklı hissetmiyorum, belki herkesten biraz daha eksik akla; ya da kim bilir biraz daha fazlasına sahip olmam dışında. Konuşmak için dilimi değil yüreğimi devreye soktuğum zamanlarımdan bir hayli memnunum.
MERVE DEMİRCİ