Dünya ve içindekiler her gün değişiyor. Madde olarak sınıflandırılan, mana olarak adlandırılan bir çok şeyin zamanla değişime gittiğini görmekteyiz. “Hayat” denilen kavram; “İyi - Kötü”, “Tatlı - Acı”, “Zor - Kolay” bir şekilde yaşayan canlı varlıklar üzerinde etkisini gösteren bir tanımlamadan ibarettir. Dünya değiştikçe, dünya döndükçe, dünya durdukça şartlar biraz daha yaşayan varlıklar için daha çok ağırlaşıyor. Belki bizim dünyamızdan böyle gözüküyor. Belki bizim penceremizdeki camlar bu kadar buğulu. Belki de bizim ülkemizde böyle olduğunu görüyoruz diye diğer ülkeler de böyle sanıyoruz. Bilemiyorum!.. Yurt dışı deneyimim, başka ülke yaşamım Gürcistan haricinde hiç olmadı. Farklı coğrafyada, farklı renkte, farklı insanlar hiç tanımadım. Farklı dünya renkleri içinde hiç yaşamadım. O insanlara, o ülkere gitmek, onlara dokunmak güzel olan her şeyi anlatmak isterdim aslında. “Olur mu?” bilemem ama nasip kısmet artık. Huzur gerçekten bambaşka şey.. Ülkemizde geçim derdinde olanların, geçinmeye çalışarak güçlükle ayakta olanların, bir ekmek için boncuk boncuk ter akıtan alınların hayat hikâyeleri ise bizimkinden de ağır. Arka sokaklarda kimbilir ne hikâyeler, ne dramlar, ne hayatlar yaşanıyor. Okuduğumuz köşelerde görüyoruz. Okuduğumuz gazete manşetlerinde de bulamıyoruz çoğu zaman. İçimiz, dışımız siyaset. Manşetler parayla, makamla, saray hanedanı olmak için atılıyor sanki. Çevremizde duyduğumuz, gördüğümüz olaylarda ülkemi bile doya doya gezemeden, güzelliklerinin de hızla bitirilmek istendiğine şahit olmaktayız. İnsani duygular taşıyan, eskileri arayan, eskileri özleyen, eskilere hasret kalan her birey ben gibi elbette üzülüyordur. Bir ekmek tanesini, kırıntısını dahi atmaya kıyamıyoum. Vicdanen, insanen rahat olamıyorum. Bilemiyorum ama böyle yetişmişiz. Böyle bir akılve şuurla yoğrulup büyümüşüz. Başkasına tuhaf gelen bize hoş geliyor. Başkasına hoş gelen bize tuhaf geliyor. İşte böyle bir şeyle yaşayıp gidiyoruz gece gündüz.. Doğa insan eliyle katliama uğruyor. Adalete susamış olan her şey bir umuda tutunarak yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyor. Dünya ülkelerinde ülkemizin konumu oldukça önem taşır. Doğası, sanayisi, tarımı, coğrafi yapısı, insani ve vicdani özellikleri bir çok hususta kendisine bakanlarda bir iz bırakıyor. Ancak bu durum son 15 -20 yılda iz bırakan etkisini bir kenara atıp itti. Güzel olan her şey savrulup gitti. Yerine doğanın katliamı konuşulur oldu. Hayvanların, duran heykellerin dahi tecavüze uğraması konuşulur oldu. Hukuksuzluğun tavan yapması konuşulur oldu. Küçücük çocukların tecavüze uğraması konuşulur oldu. Ülkenin iyisi değil kötülüğü, kötüleri, kötülükleri konuşulur oldu. Ve zamanla bu yaygınlaştı. İyiliklerimiz yok oldu, yok edildi. Sokaklarda, insanlar arasında bozulan asayişin, huzurun, güvenin, adaletin azalması, artması için çaba gösterilmesi de ne yazık ki, toplumun uyumlu yaşamıyla olamazken bu yaşam standartı görevlendirilen bekçilerle sağlanılmaya çalışılıyor. Bir bakıma iyi bir şey gibi görünse de, bu durum git gide Türk halkının özünden, sözünden, gerçek ruhundan, gerçek kimliğinden, gerçek kültüründen, gerçek insanlığından, gerçek insafından, vicdanından, karakterinden ve kişiliğinden uzaklaştığına bir işarettir. Türk Milleti asırlar boyunca hangi coğrafyada, hangi şartlarda yaşamış olursa olsun gittiği yere adaleti götürme gayesi gütmüştür. Gittiği hiç bir yerde, yerleştiği hiç bir şehirde, çadır kurduğu hiç bir obada, yayladakötü izlenim bırakmamıştır. Kötü davranışlarla, gayri ahlâkî şeylerle anılmamıştır. Tarih kitaplarında örnek bir millet olarak yer almış, Türklerin dünya tarihinin başından itibaren mazlum ve mağdurların hasretle beklediği, müjdelediği bir toplum olmuştur. Bu anlayış binlerce yıl hüküm sürmüş. Ecdadımız Osmanlı’nın özünden uzaklaşıp Cumhuriyetimizin kurulmasıyla yeniden dirilip ayağa kalkan Türk milleti Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, büyük taarruz ve Samsun’dan başlatılan milli mücadele ile bu ruhu devam ettirmeye büyük özen göstermiştir. Toplumun huzur veren örfleri, adetleri, kültür ve gelenekleri her geçen yıl biraz daha itip gidiyor. Sosyete pazarında cirit atıyor her şey ve herkes. İçinde huzur yok. İçinde ruh yok. İçinde aşk yok. İçinde sevgi yok, sevda yok. Gerçekten özümüze, “Söz senettir!” anlayışına, “Adalet mülkün temelidir” temel kaidesine geri dönmeliyiz. Yoksa halimiz toz duman..Vay halimize diyoruz. Vakit çok geç olmadan, son vapur güverteden gitmeden, son tren elveda deyip kalkmadan tüm kötülüklere hep birlikte el sallamalıyız. El sallayın tüm haramzadelere.. El sallayın tüm hırsızlara.. El sallayın tüm tecavüzcülere. El sallayın tüm vurgunculara.. El sallayın adalete hasret bırakanlara.. Yalana, talana doyumsuz doymazlara el sallayın. Toprağa gömün tüm pislikleri. Ve “Merhaba!” deyin yeniden huzura.. Aklıma geldi satırlarımı yazarken.. Sözlerimi Kastamonu’nun büyük velilerinden Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin sözleriyle noktalamak istiyorum. Sizleri, “Gelişiniz güle güle. Gidişiniz güle güle. Her işiniz güle güle..” diyerek uğurluyorum. Hoşçakalınız..