On bir ayın sultanı ramazanı idrak ettiğimiz bu günlerde bu hafta sizlerle ramazan fıkraları paylaşmak istedim. Güldürürken düşündüren bu fıkralarla ramazan neşenize ortak olmak düşüncesindeyim…
--- Adamın biri her gün hanımını zorlayarak sahura kaldırıyor yemek hazırlatıp sahur yiyormuş sonrada oruç tutmuyormuş. Bir gün beş gün bu böyle sürerken, kadın artık dayanamamış ve;
- Ula herif sende hiç vicdan yok mu? Orucu tutmuyorsun bana zorla sahur hazırlatıyorsun demiş.
-Adam, oruç farz sahur yemek sünnet değil mi? diye sormuş
-Kadın, evet demiş
-Adam, e hanım farzı yapmıyorsak sünneti de mi yapmayalım demiş.
--- Ramazan hilali görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter: geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş, nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:
-Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin, anladık işte ramazan başlamış!
--- Bir ramazan günü III. Mustafa›nın veziri Koca Ragıp Paşa›nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet›e hitaben:
- ‘Senin de borcun var mı Haşmet?’ diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:
- Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...
Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek tekrarlar sorusunu:
- ‘Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?’
Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplamış:
- Paşam, oruç borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.
--- Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, “Hanım bunu Ramazan›a sakla” dermiş. Gel zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya başlamış. Günlerden bir gün kapıya bir dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.
Kadın: “Adın ne senin?” demiş.
“Ramazan”
“Ramazan mı? Dur öyle ise...”
Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş.
“Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu” demiş.
--- Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:
-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın?
Bektaşi’de mazeret hazırdır:
-Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.
Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar:
-İftara çağırsalar gider misin?
-Doğrusu ne yapar eder giderim.
Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:
-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun!
Bektaşi’nin cevabı hazırdır:
-Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir.
--- Sultan II.Mahmud Han zamanında bir zât, Ramazanda bazı ahbab ve tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış. Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekatın tahıyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:
-Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim, diye düşünüp safa dahil olacağı sırada cemaat selam vermiş. İzzet Molla dönüp adama şöyle demiş:
-Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?