SARAYA YANAŞAN “ÖNCE ÜLKEM” DİYEMEZ!

Türkiye’de silahsız işgal projesi emperyalizmin kanatları altında sistemli bir şekilde devam etmektedir. Ülkemizin ekonomisi tarıma dayalı üreten bir yapıda iken, bu durum tersi yönde, aksi istikamette seyir halinde gitmektedir. Türkiye’deki kalkınma ivmesi, özellikle AKP’nin iktidara gelmesinden bugünlere kadar hızlıca tüketen, ithalate adapte edilmeye çalışan bir çöküntüye doğru ilerlemektedir. Kaynaklar gözümüzün önünde kurutuluyor, üreten tesislere adeta, “Üretimi durdur yoksa seni de satarız” dercesine darbe vuruluyor. Türk milletinin mayasını yok etmek, düşüncesini yozlaştırmak, kültürünü çıplak hale getirmek için uğraş verildiği apaçık görülmektedir. Bunun adı sahada, meydanda ve içimizde yaşatılan silahsız savaşın, silahsız işgalin adından başka hiç bir şey değildir. Gıdadan giyime, topraktan sofralara kadar istila ediliyoruz. Son olarak satışa çıkarılan yerli şeker fabrikalarının ülkenin kaynakları arasından çıkarılmak istenmesi bunun en somut örneklerinden birisidir. “Babalar gibi satarız”ın sözünün eylemsel olarak devamı niteliğindedir. Bu tehlikeli gidişata sessiz kalan, cılız tepkilerle muhalefet olduğunu düşünen siyasi partiler de sarayın iktidarını devam ettirmekte, ekmeğine tereyağı! sürmektedir. Yıllardır bu gerçekleri ekranlarda görsel, sesli veyahut yazılı olarak tehlike çanlarını çalan, avazının çıktığı kadar bağırıp anlatan gerek siyasi alanda, gerek bürokratik alanda, gerekse bilimsel alanlarda tecrübesiyle sabit olan kişi ve kişileri dikkate almayıp ekran soytarılarının yaptığı programlarla insanlarımız sürekli uyutuldu ve her anlamda tepkisizleştirildi. Halka karşı, sonu olmayan görsel bir bahar yaşatılıyor. Toplumun belli bir kesimi ısrarla, üstünkörü alkışladığı hususlarla kendi sonunu, kendi isteği ile hazırlıyor. Bu tehlikeli süreç, her ne kadar toplumun belli bir kesiminin hataları sonucunda olsa da, bu ağır bedel toplumun tamamı tarafından ödeneceği gerçeği ayrıntısal olarak düşünülmeli ve dikkate alınmalıdır. Uzaktaki tehlikeyi öncesinden sezgilemek, anlamak çok mühimdir. Ülkenin çıkarlarını düşünen “Milli ve Yerli” bir yönetimin 16 yıldır ihtiyaç duyulduğu siyasi ortamda ve günümüz şartlarında gerçeği haykırıp yazmak ise neredeyse imkansızlaştı. Sessiz çoğunluk bunca zaman her şeye sustu. Bizim gibi olanlar ise 16 yıldır hiç susmadan yazdı, hep anlattı olan biteni hiç korkmadan, kişisel kaygı ve menfaat gütmeden... Bu anlamda vicdanım çok rahat. Bizlere bu güzel vatanı tertemizce bırakıp giden atalarımıza karşı hesap vermeyeceğim. Çünkü, her fırsatta topraklarımızın aleyhinde olan tüm politikaları eleştiriyor, haksız olan taraflarını anlatıyor, haklı olan yanlarını sıklıkla ifade ediyoruz. Bunu yapmayanlar, kula kulluk edenler bu hesaptan asla kurtulamazlar, bu vebalin altından asla kalkmazlar. Her dönemin suçlusu olarak ilan edilen bizler, kendi aldıkları kararlarda yine kendilerini suçsuz! ve masum! olarak lanse edenlere karşı gerçeği ve doğruları savunmaya, hak olanı haykırmaya sonuna kadar devam edeceğiz. Saraylara yanaşanlara biz hep uzak olacağız. Yeri geliyor sabahlara kadar yazarak gözlerimiz yoruluyor, beynimiz yoruluyor, uykusuz kalıyor, başımız ağrıyor ve sağlığımızı hiçe sayıyoruz. Benim için tek bir adamın istikbali değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet geleceği ve istikbali önemlidir. İstişare önemlidir. Günümüz dünyasında tarihin kara sayfalarındaki Firavun’un yaşantısı hepimize birer ibret vesikası olmalı, hak yoldan ayrılmamalıdır. O yüzden diyorum ki, ÖNCE ÜLKEM!

ALİ OSMAN ÖNDER