Mübarek bir Ramazan ayının başlangıcındayız.
Bu gün nefisleri terbiye etmeye başladığımız on bir ayın sultanını karşılamanın hazıını ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Türkiye de yaşayan bir kesim bu ülkenin dinamiklerini ciddi bir tehdit olarak algılamakta kendince sebepler üreterek rejimi sorgulamaktadır.
Bu bazen en sert biçimde yani terör ile kimi zaman akıl ve demokrasi yolu ile meydana gelmektedir. Halbu ki Türkiye Cumhuriyeti devleti laik ve sosyal bir hukuk devletinin yanı sıra bir İslam devletidir de…
Bu gün yüz binin üzerinde imama maaş veren ve kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruluşla insanımızın dini yönden aydınlanmasını, yarınlara ışık tutmasını, dini vecibelerini yerine getirmesini sağlayan, ibadet yerlerimiz olan camilerimizden uzun yıllar elektrik ve su parası almayan, dünya da belki de tek laik ülke! Ama aynı zamanda din görevlisi devlet memuru sayan da tek ülkedir. Bu gün toplumda söz sahibi olan toplumun önderi olarak kabul ettiğimiz imamlarımız da en ücra köşelerde insanımıza yol gösterirken, devleti temsil eden nerede ise tek kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte böylesine önemli bir vazife ifa eden ve toplumun katmanlara, etnik kimliklere, siyasi bölünmelere geçit vermeyecek kadar bilgili ve tecrübeli olması gereken imamlarımızın gelişen süreçte bir tarafgirlik içerisine girdikleri kendi düşünceleri doğrultusunda vatandaşı yönlendirerek, bu ayrışmalara zemin hazırladıkları zaman gazetelere , siyasi konuşmalara yansıyan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür davranışlarda bulunmayan imam hatiplerimizi tenzih eder, üzerlerine alınmamalarını dilerim.
Şimdi öncelikle hepimizin çevresinde yöresinde her düşünceden hacca veya umreye gidenlerimiz vardır. Kutsal yerleri ziyaret eden ve dünyanın her noktasından gelerek Hac ve Umre ziyaretini gerçekleştiren Müslümanlarla bir arada olan, onların gelenek ve göreneklerini yaşam biçimlerini gören bu vazifeyi yerine getiren dindaşlarımızın ortak sözü olan şu cümleyi duyarız: “gerçek Müslümanlık, gerçek İslam yine bizim ülkemizde!....”
Evet bu kadar anlamlı bir sözü söyletmeniz mümkün olmayan değişik gruplar; gördükleri ve yaşadıkları karşısında tek bir ağızdan bu cümleyi söyler... İşte bu cümle bizi biz eden değerlere daha fazla sarılmamızı sağlaması gereken tek unsur olarak karşımız çıkması gerekirken maalesef bu sözün sonrası yine rejim sorunları ve Müslümanın üzerindeki baskı gibi akıl ve izana sığmayacak, hem kendi geleceğini hem çocuğunun geleceğini tehlikeye atarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinden siyaset yapan bezirganlar olduğu gerçeği ile karşılaşmaktayız. Onlara göre; Atatürk’ü eleştirmek yaptıklarını yargılamak ve kendisine bütün bu imkanları sunan ve kutsal yerlere giderek geri geldiklerinde tek bir ağızdan İslam’da, Müslümanlıkta Türkiye’de sözünü söyleten bu devlete ve kurucusuna söz söylemek doğru bir davranış olmasa gerek...
Bakınız Atatürk ne diyor: “Kutsal mihrabı, bilgisizliğin cahillerin elinden alıp uzmanların eline vermek zamanı çoktan gelmiştir(Hafız Yaşar Okur)” İşte bu günün dünyasında imam olarak görev yapan, sizler cahillerin elinden alınan ve sizlere tevdi edilen bu kutsal vazifeyi yerine getiriyorsunuz. Bu gün Hacca veya Umre’ye gidenler tarafından bu sözler söyleniyorsa bunda sizin hakkınız ve eseriniz vardır. Ve yine Atatürk devam ediyor,
; “Türkiye’de aslında gerici yoktu ve yoktur. Kuşku vardı. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir: 0 da bazı adi siyasetçilerin, çıkarcıların o kuşku ve hayali uyandırmaya çalışması, o yoldan hırs ve çıkarlarını tatmin etmeyi düşünmeleridir.(1930)” “Camilerin kutsal minberleri halkın ruhsal, ahlaki besinlerine en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberler, halkın anlayabileceği dille, ruh ve düşünceye seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, düşünceleri temizlenir, imanı güçlenir, yüreği cesurluk bulur. Ancak buna karşılık, hutbe okuyanların sahip olmaları gereken bilimsel nitelikler, özel yeterlik ve genel kültüre sahip olmaları önemlidir(1922)”
Velhasıl bu tek sözü söyleten devlet için; Mübarek Ramazan ayında insanlarımızı bölmeyen, ötekileştirmeyen, inananı inanmayanı, ortuç tutanı, tutmayanı ile bu topraklarda bölünmeden tek bir devlet, tek bir millet üzerinde mutabık edecek hutbelerde buluşmak, inançta buluşmak dileği ile HAYIRLI RAMAZANLAR diliyorum… (11 Ağustos 2010 Tarih ve 190 sayılı Bizim Durağan Gazetesi)
Dünden bu güne ne değişti?
Tam 7 yıl önce kaleme aldığım bu yazı ile aslında bu günleri anlatıyordum. O günlerde din adına sömürüye çıkanlar ve ona çanak tutanlar insanımızı bölüyor, ötekileştiriyor gücü eline geçiren bir başka zulum ile yol tutuyordu.
İşte o günlerde Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy derken başlayan süreç insanımız arasında derin ayrılıklar oluşturuyor, bu günleri hazırlıyordu.
12 Eylül 2010 referandumu ile gelen ve bu gün adına cemaat yapılanması denilen olgu da o referandum süreci ile zirve yapmış 2015 yılına kadar her türlü desteği sunmuş bu ülkenin genelkurmay başkanı terörist suçlaması ile cezaevine konulmasına adeta seyirci kalmıştı.
Şimdi yine iktidar için söylemde bulunan kürsülere çıkıp insanımızı hain ilan edenlere şu soruyu sormakta fayda vardır.! Dün iyi dediklerinin iktidarla kötü olmamalı, iktidarla şekil almamalıdır. Bu gidiş yarın daha derin ayrılıkları getirir. O nedenle insanları inandıklarından dolayı yargılamak değil, inandıklarının esiri olmaktan kurtarmaktır önemli olan. Dün bunu o kürsülerden yapamadınız! Bu günde suçlayarak, masum insanları rencide etmek kimseye bir şey kazandırmaz. Sadece kin ve nefret tohumlarının atılmasına, devletin yara almasına sebep olur. Gelin bu Ramazan kardeşlik çorbaları içelim. Gelin dilimize hakim olalım. Gelin hutbelerde sevgiden birlikten bahsedelim masumun akan göz yaşını silelim.
Elinden ekmeği alınan sadece bir inanç ya da güven duygusu ile sempati duyanlarla iktidar mücadelesi verenleri ayrı tutalım. Unutmayalım ki; din sizlerde bu devletin rejimi sorgulanırken din adına nice cemaatlere, bilinmedik tarikatlare ve de aykırı her söze sadece muhalefet diyerek sahip çıkıyor devleti suçluyordunuz! Şimdi birlik zamanı! Bölgemiz ateş çemberi, ateşten duvarlar örülürken,haince kahpece kurşunlarla darbe kalkışması yapanlarla, sadece inandığı için,devlet yasa dışı banka kurdurmaz, sendika açtırmaz diyerek üye olanlarla masum insanları yaklmayalım. Ekmeğinden edip aslanın ağzına yem çocuklarına devlete düşman etmeyelim! Gelin bu Ramazan-ı Şerif’i gözü yaşlı insanlarla değil yanıldığını anlayan devlete güven duyan bireylerle, tarikatlare giden değil devlete ve devletin kapısına gelenlerle birlikte yapalım. Bu gün devlet babanın devletliğini gösterme zamanı! Dün söyledik anlamadınız. Bu gün söylüyoruz, artık ‘at izini it izine karıştırmayın’! Bu beddualar ve ahlar kimseyi iyi etmez beyler!