Medyaya yansıyan bir haber oldukça dikkatimi çekti. Haberin merkezinde Ukrayna’nın 40 yaşındaki Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski var. Genç ve demokrat bir yapısı var. Mesela Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliğini destekliyor ama referandumla halkın karar vermesini istiyor. İlginç de bir kişiliği var. Zelenski, Yahudi kökenli bir komedyen. Halkı tarafından da inanılmaz destekleniyor.
Habere konu olansa bunların hiç biri değil. Bürokratlar için ülke çapında bir genelge yayımladı: “Makam odalarınıza benim portrelerimi değil çocuklarınızın fotoğraflarını asın. Bir karar almadan önce onların gözlerinin içine bakın...”
Müthiş bir tespit değil mi? Bundan daha güçlü ve etkili bir vicdan muhasebesi olabilir mi? Saf, tertemiz, bir çocuğun gözlerinin içine gönül ve vicdan rahatlığıyla bakabilecek olmak, göreve kutsallık kazandırır. Diğer yandan “Yavrum, senin geleceğin için en doğrusunu yapıyorum” diyebilmek de en güzel vicdan muhasebesi olsa gerek...
Bir vicdan muhasebesi değerlendirmesi de bizden…
Hepinizin yakınında, salgın günlerinde cenaze kaldıran eşi, dostu, yakını, mesai arkadaşı, konu-komşusu, birileri olmuştur illa; bir eş, bir evlat, bir ana-baba, bir kardeş olarak “son görevlerini layığıyla yerine getirememenin” o insanlarda nasıl bir ızdıraba yol açtığını görmüşsünüzdür. Bu insanların paylaşamadıkları acıları daha da ağırlaşır. Peşinden karantina yalnızlıkları ağrılarını sancılarını katlar. Bu tespitler sanırım herkes tarafından kabul görecektir.
Ancak, etkili ve yetkililerin cenazesine gelince iş değişiyor ne yazık ki ülkemizde. Camiler lebalep doluyor, sosyal mesafe safları sıklaştırma duygusuyla ortadan kalkıyor. Ölene ya da geri de kalanlara vefa gösterisi toplumsal ayrımcılığın da bir göstergesi haline geliyor. Salgın sürecinde kurallara uymayanlar toplum olarak hepimizin ortak sıkıntısı iken, onlarla aynı görüntüye yetkili ve etkililerin de dahil olması hukuki zeminde karşılık bulamadığı için ancak vicdani olarak değerlendirilmelidir. Aksi halde vicdani ve hukuki sorumluluk gereği usulünce son görevi yerine getirememenin sancısını sadece garibanlar ve toplumsal sorumluluk taşıyanlara yüklenmesi sonucu ortaya çıkar ki vicdanlar kaldıramaz…
Son tespitimde sosyal medyadan…
Yıllarca İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün müdürlüğünü yapan, şimdilerde Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Sevil Atasoy, terliklerinin fotoğrafı eşliğinde şöyle bir tweet attı: “Kimi zaman TV’de söylenenleri duyduğumda şunun birini fırlatmamak için evde çorapla dolaşır oldum.”
Sevil Atasoy’un bu tweet’ine Prof. Dr. Arif Verimli, “Kimseye terlik fırlatma, sinirlenme Sevil Hocam. Dostluğumuzu düşün” diye yorum yapınca, ona şu yanıtı verdi:
“Ah hocam ah, kimi zaman duyduklarıma inanmamaya çalışıyorum. Bazı şeyler insanların huzurunu kaçırmak için kasten söyleniyor gibi. Bu kötülüğün psikiyatrik tanısı olmalı. O zaman tedavisi de olur.”
Atasoy gibi akademisyenler ve bilim insanları, ekranlardaki ‘hermokologlar’ın yani her konudan anlayan ve bilenlerin yanlışlarını çekinmeden teşhir etmeli, bu sayede kamuoyu gerçekleri öğrenmeli. Ekranlarda her konu da söyledikleri yalanlara kendileri gibi herkesin inanmasını bekleyenlerden ancak böyle kurtulabiliriz...
Çünkü bu hermokologların vicdan muhasebesi yapmak gibi bir dertleri yok, onlar için tek muhasebe hesaplarındaki miktarlar…
ERDEMİN PENCERESİ